Somebody
Sorunu sor hemen cevaplansın.
somebody teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- biri
Örnek Cümle:
Biri onu küvette boğmuştu.
-Somebody had drowned her in the bathtub.
Örnek Cümle:
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
-As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
- birisi
Örnek Cümle:
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
Örnek Cümle:
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
-I'm sure he's going to be somebody someday.
- bir kimse
- önemli birisi
- kimisi {i}
- büyük şahsiyet
- kimse {i}
Örnek Cümle:
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
-I'm looking for somebody who understands French.
Örnek Cümle:
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
-He thinks he is somebody, but really he is nobody.
- önemli kimse {i}
Örnek Cümle:
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
- bazısı {i}
- hatırı sayılır kimse
- şahsiyet {i}
- biri, birisi, bir kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti. i., k.dili. önemli biri, hatırı sayılır biri {z}
- her
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned her 500 dollars.
- him
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent him 500 dollars.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
-We had no choice but to leave the matter to him.
- that
- (İnşaat) şu
Bu bir ev, şu ise camidir.
-This is a house and that is a mosque.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that one is better.
- you
- sen
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
-If it hadn't been for you, he would still be alive.
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
- it
- ona
- our
- bizim
Bizim restoran en iyisidir.
-Our restaurant is the best.
O bizim beyzbol sahamızdır.
-That is our baseball field.
- you
- siz
Siz insanları anlamıyorum.
-I don't see your point.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
-Hello, are you Mr Ogawa?
- us
- biz
- someone
- birisi
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
-A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Sanırım birisi oraya gitti.
-I think that someone went there.
- that
- o
- somebody else
- başkası
Tom onu başkasına sattı.
-Tom sold it to somebody else.
Benim başkası olduğumu düşündükleri açık.
-It's clear they thought I was somebody else.
- somebody elses
- başkasının
- somebody elses
- başka birinin
- somebody's doing
- başının altından çıkmak
- somebody's pawn
- maşası olmak
- sober somebody up
- ayıltmak
- sort somebody out
- canına okumak
- sort somebody out
- Birinin icabına bakmak
I will sort him out if he goes on bothering my girlfriend.
- this
- bu
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Onun adı Tomoyuki Ogura.
-His name is Tomoyuki Ogura.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
-This is John and that is his brother.
- them
- onlara
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
-It'll be useless to stand against them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
- that
- conj. şu
- me
- bana
- that
- {z} (çoğ. those)
- us
- bizi
- them
- onlar
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
-Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
- your
- sizin
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I ran into your father yesterday.
- my
- benim
- it
- o
- that
- bu kadar
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
-That's enough. I don't want any more.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
-Hand it over. That's all you've got?
- ones
- birileri
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- Keşke
Keşke onunla gidebilseydim.
-I regret that I couldn't go with her.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
-Tom wishes that he could be a better French speaker.
- that
- (sıfat) öteki
- that
- (bağlaç) şu, o, ki, diye, için
- find somebody out
- suçüstü yakalamak
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
-He said to himself, Will this operation result in success?
- something
- birşey
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- their
- onların
Onların ana dili Fransızca.
-French is their mother tongue.
Onların konuşmaları devam etti.
-Their conversation went on.
- her
- onun
Onun görünümünü çekici bulurum.
-I find her appearance attractive.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet her at the coffee shop.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
-Hearing this song after so long really brings back the old times.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
-She'd never been this frightened before.
- that
- {s} öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- accuse somebody of something
- Birisini bir şeyle, bir şey yapmakla suçlamak
- bleed somebody dry
- (Ev ile ilgili) Kanını emmek, birisinin parasını sömürmek
- calm somebody down
- sakinleştirmek
- follow in somebody's wake
- izlemek
- get somebody up
- kaldırmak
- her
- onu
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet her at the coffee shop.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
-Love is seeing her in your dreams.
- her
- kendine
O, sırrı kendine sakladı.
-She kept the secret to herself.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
-Emi ordered herself a new dress.
- her
- dişil onun
- her
- dişil onu
- her
- ondan
Seni ondan daha çok seviyorum.
-I love you more than her.
O ondan daha akıllıdır.
-He's smarter than her.
- her
- kendisi
Kendisini ateşle ısıttı.
-She warmed herself by the fire.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
-Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- him
- kendi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
- him
- onu
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
-The more you know about him, the more you like him.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
- my
- vay!
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- sell somebody a pup
- kandırmak
- shut somebody up
- lafını ağzına tıkamak
- shut somebody up
- lafı ağzına tıkamak
- something
- biraz
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
-It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
-Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
- that
- {z} o, şu: Did you see that? Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana. Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After That cat has been up to O kedi yine marifetini göstermiş
- that
- böyle
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
-I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
-I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
- that
- diye
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
-Please read it aloud so that everyone can hear.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
-She makes sure that her family eats a balanced diet.
- that
- için
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
-He only paid ten dollars for that shirt.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for man, one giant leap for mankind.
- them
- onları
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
-They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
-Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
- turn somebody on
- heyecanlandırmak (cinsel)
- wake somebody up
- uyandırmak
- you
- sana
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
-That tie suits you very well.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
-I will teach you to play chess.
- his
- zam onunki
- my
- ünl
- my
- hayret
- my
- million years
- my
- vay be!
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- vay be
- my
- vay canına!
- something
- falan
Sen bir polis falan mısın?
-Are you a cop or something?
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
-Do you think I'm stupid or something?
- something
- {i} önemli bir şey
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
-Tom wanted to tell Mary something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
-I want to tell you something important.
- that
- in that mademki
- that
- O that
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- accommodate somebody with
- sağlamak
- acquainted with somebody
- tanışmak
- advise somebody of something
- uyarmak
- apologize to somebody
- af dilemek
- appeal to somebody
- hoşuna gitmek
- assure somebody that
- inandırmak
- be down on somebody
- karşı olmak
- belong to somebody
- birine ait olmak
- bid somebody godspeed
- yolcu etmek
- bid somebody godspeed
- uğurlamak
- bite somebody's head off
- başının etini yemek
- bring somebody in something
- kazandırmak
- bring somebody up
- yetiştirmek
- bundle somebody off
- (deyim) başından savmak
- bundle somebody off
- (deyim) başından atmak
- bundle somebody up
- sarıp sarmalamak
- buy somebody off
- rüşvet vermek
- call somebody to account for
- hesap sormak
- cheer somebody up
- gönül açmak
- chill somebody to the bone
- içine işlemek
- chill somebody to the marrow
- içine işlemek
- chisel somebody
- zokayı yutturmak
- clap somebody in jail
- (Argo) kodese tıkmak
- clap somebody into jail
- (Argo) kodese tıkmak
- come back to somebody
- aklına gelmek
- confront somebody with
- karşı karşıya bırakmak
- confront somebody with
- karşılaştırmak
- convince somebody of something
- ikna etmek
- cool somebody down
- sakinleştirmek
- cut somebody off
- mirastan mahrum etmek
- destroy somebody's family
- ocağını söndürmek
- discriminate against somebody
- kötü davranmak
- discriminate favor of somebody
- ayrıcalık yapmak
- divest somebody of
- mahrum etmek
- expect something of somebody
- yakıştırmak
- feel sorry for somebody
- acımak
- fob somebody off
- kazıklamak
- follow in somebody's footsteps
- izinden yürümek
- follow in somebody's wake
- izinden gitmek
- follow in somebody's wake
- takip etmek
- follow somebody's advice
- tavsiyeye uymak
- get on well with somebody
- anlaşmak
- get on with somebody
- anlaşmak
- get somebody down
- moralini bozmak
- get somebody in
- çağırmak
- get somebody wrong
- yanlış anlamak
- get somebody's dander up
- öfkelendirmek
- give somebody notice
- uyarı vermek
- give somebody notice of
- uyarmak
- give somebody the thumbs up
- tam not vermek
- give somebody the thumbs up
- tam puan vermek
- give somebody up
- ilişkiyi kesmek
- give somebody up
- umudunu kesmek
- give up something to somebody
- helal etmek
- grease somebody's palm
- rüşvet vermek
- hang on somebody's lips
- can kulağıyla dinlemek
- her
- kendi
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
-The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- his
- eril onunki
- hit it off with somebody
- anlaşmak
- hold out a carrot to somebody
- yemlemek
- hurt somebody's feelings
- horlamak
- hurt somebody's feelings
- hor görmek
- hurt somebody's feelings
- rencide etmek
- hurt somebody's pride
- onuruna dokunmak
- important person
- ağır top
- inform on (somebody)
- ispiyonlamak
- inform somebody of something
- haberdar etmek
- introduce somebody to
- tanıştırmak
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunda)
- it
- ebe (oyunlarda)
- join issue with somebody
- münakaşa etmek
- join issue with somebody
- tartışmak
- keep somebody in countenance
- teşvik etmek
- knock somebody down
- yumrukla devirmek
- let somebody down
- yüzüstü bırakmak
- make somebody to dig up
- eştirmek
- making somebody walk
- yürütme
- meet somebody in final
- (Spor) finalde oynamak
- meet somebody in final
- (Spor) finalde karşılaşmak
- meet somebody's requirements
- gereksinimini karşılamak
- mistake somebody for
- karıştırmak
- move in on somebody
- abayı sermek
- nail somebody down
- mıhlamak
- need somebody's help
- birine işi düşmek
- offend somebody's feelings
- ağır gelmek
- offend somebody's feelings
- gücüne gitmek
- offer somebody an opportunity
- fırsat sunmak
- pity somebody
- acımak
- plague somebody's life out
- başının etini yemek
- poke fun at somebody
- makaraya sarmak
- propose to somebody
- evlilik teklif etmek
- prove somebody right
- haklı çıkarmak
- pull somebody down
- zayıf düşürmek
- pull somebody down
- zayıflatmak
- put somebody in his place
- haddini bildirmek
- put somebody in mind of
- hatırlatmak
- put somebody on his mettle
- teşvik etmek
- put somebody out
- darıltmak
- put somebody through
- bağlamak
- put somebody through
- birini telefonda bağlamak
- put somebody up
- ağırlamak
- put somebody up
- konuklamak
- receive somebody
- kabul etmek
- reconcile somebody to
- razı etmek
- reduce somebody to tears
- ağlatmak
- reduce somebody to tears
- gözyaşlarına boğmak
- refer somebody to god
- allah'a havale etmek
- remind somebody of something
- hatırına getirmek
- remind somebody of something
- aklına getirmek
- resemble somebody a lot
- çok benzemek
- resemble somebody in looks
- benzemek
- ride atilt at somebody
- saldırmak
- rude to somebody
- kaba davranmak
- rude to somebody
- kabalık etmek
- ruin somebody's family
- ocağına incir dikmek
- run up against somebody
- karşılaşmak
İlgili Terimler
somebody teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duygu
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- it
- Köpek
- it
- Terbiyesiz kimse
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Bina temeli
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- sb
- Antimon elementinin simgesi
İlgili Terimler
somebody teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- Some unspecified person
- A recognised person, a celebrity
Örnek Cümle:
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
- an indiscriminate person, a person of not {n}
- pron. some person, unspecified person
- important person {i}
- Somebody means the same as someone. be sb to be or feel important
- a human being; "there was too much for one person to do"
- A person unknown or uncertain; a person indeterminate; some person
- A person of consideration or importance
- sb
-
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.